Işığın muzip, uzayda atlaya zıplaya varolduğu bir yer varsa
orası burasıydı. Nereden geldiği belirsiz, mutlak zıttıyla gerilla savaşı içinde, ama belli ki savaşı
kaybeden, ışık demeye bin şahit ister bir şeyin utangaçca gezindiği karanlık
bir yerdi. Dükkanın en kuytu, en unutulmuş yeri.
Dükkan; yani “İman Limited” akla ziyan bir “şey”ler
birikintisi, zehirli bulutun göğünü örttüğü bu gezegende işe yarar birşeyler
bulma ümidi veren tek yerdi. İnşası tamamlanmamış bir sığınağı mesken tutan bir
değiş tokuş bankası. Geçmişten kalan şeyler, toplanan şeyler, dönüştürülen
şeyler…
Üçlü, paslı raflara çarpa çarpa, bereli vücutlarını güçlükle
sürüklüyorlardı. Aydınlatma sistemi
uzun zaman önce pes etmişti. Karanlık yenilmez bir savaşçıydı.
“Zaman kalmadı”
diye inledi zayıf oğlan. Ağlayan bir kızı çekiştiriyor, önlerindeki belli
belirsiz figürü gözden kaybetmemek için mücadele ediyordu.
“Buralarda bir yerde
olmalı” dedi Adem.
“Keşke o kedi gözü
mantarlarından yeseydim, karanlıkta görmemi sağlardı”
“belki ateş…” dedi
nefes nefese çocuk
“Aradığın ölüm değilse iyi
bir yöntem değil. Burada patlamaya hazır çok şey var”
Adem bir sıçrayışta iki raf yukarı çıktı. Karanlıkta
tıngırtılar, çarpma, kırılma sesleri.
“Göremiyorum, lanet
olsun”
Tam acaba gözlerim karanlığa alışıyor mu diye
düşünürken, metal rafların hafif bir ışıltıyla parlamaya başladığını fark etti.
Işıma giderek güçlendi. Üzerinde durduğu rafta
elektrik çarpmış gibi korkuyla sıçradı, neredeyse düşüyordu. “ANANIII!!!”
Aşağıdan bir ses “Ben yapıyorum” diye seslendi çekingence.
“Metalleri parlatabiliyorum” küçük, mahçup yüzü seçebiliyordu şimdi.
Adem’in yüzü dalgalandı, dişlerini sıktı. Yeryüzünün garip
halkı, canavarlar, hilkat garibeleri, mutantlar… alışkındı. Genel bu çocuğun
aksine çirkindi, ama ortak noktaları hep
aynıydı: İletişim konusunda berbat olmak !
“bunu...” oğlana baktı. “bunu niye baştan söylemedin be çocuk”
Oda yıllardan beri ilk defa apaçık ortadaydı. Bulundukları
yerden başlayarak aydınlık dalgalanıyordu. Adem artık çocukları aşağıda kendi
hallerine bırakmış rafların üzerinde zıplıyor, eğiliyor, birşeyleri kurcalıyor,
arıyor,arıyordu. Bazen bir şeylere dalıp duraklıyor, şaşırıyor, bazen bir parçayı eline alıp öfkeyle geri
koyuyordu.
“HAH İŞTE!” dedi
sonunda.
Çocukların yanına döndü. Işık azalmaya başlıyordu. Oğlanın
alnında ter damlacıkları.
“Biraz daha dayan” dedi çocuğa.
Şimdi elinde tabanca gibi tetikli bir mekanizma tutuyordu.
Bulanık yeşil bir sıvıyı toprak rengi bir şişeden damla damla boşalttı aletin
haznesine.
“Çalış lanet olsun !”
Alet tıkırdadı, ucundan bir iğne dışarı fırladı, bir mırıltı işitildi.
Küçük kız titriyordu. Tombul yanakları sallanıyor, ince
kollarının hatları belirsizleşiyordu.
Başka bir kızın hayali düştü aklına. Bir zamanlar rafların
arasında koşuşturup duran, sevgisini hemencecik gösteren, hep şaşıran, hep
gülümseyen o çocuk. Aicha!
Yüzü ekşidi. Unut dedi içindeki despot.
Kız şimdi yerde, oğlanın kucağında yatıyordu, kolunu tuttu.
Alev gibi yanıyordu. Aletin iğnesi tenine battı, vınlama yükseldi ve sustu.
Oğlan da kız gibi gözlerini kapatmıştı.
Adem de yanlarına çöktü. “Şimdi ne olduğunu anlat” dedi. Sakinleşmişlerdi.
Sanki savaş sona ermiş, barış gelmiş, efsanelerdeki gibi güneş açmış, üçü aydınlık ve sıcak, oturmuş piknik yapıyorlardı.
“Ölüyor”
“Herkes ölüyor”
“Ama hemen değil,
şimdi değil” sesi titredi, zayıfladı. Adem’in gözlerine dikti gözlerini.
“yaşayabilirken değil”
Bunu tanırdı Adem. Karanlıkta cılız cılız çakıp sönen bu
şeyi. İçindeki gaddarı çağırdı, düşüncesini sustursun diye. Kimse gelmedi.
“Cennetin Gözyaş’na
gidiyoruz” diye devam etti oğlan. “orada
hastalığını iyileştirebilirler”
“hı”
Son zamanlarda dükkana gelen gidenden çok duymuştu bu ismi.
Cennetin Gözyaşı. Bir bölgeyi tanımlıyordu. Mücizelerin serpiştirildiği,
cennetin merhamet nurlarını döktüğü yer.
Gerçeği biliyordu oysa. Tüm yeryüzünü kaplayan zehirli örtünün üstünde bir cennet yoktu. Kibir ve bencillikle inşa edilmiş gökyüzü şehrini gözleriyle görmüştü; Işık şehri .
Yeryüzüne tezat, refahın, teknolojinin o besili insanları güneş
ve yıldız manzaralarıyla nesiller boyu mutlu mesut yaşamışlardı.
Ta ki uzaylılar gelene dek !
Ta ki altlarında uzanıp giden ve niteliğini hiç merak
etmedikleri o mor örtünün altında sefil canlılar, yitik bir zamandan kalan uzak
akrabalar olduğunu keşfedene dek !
“Bunları al yanına” Oğlanın eline şırınga
tabancasını ve ilaç kapsüllerini tutuşturdu.
“Benim adamlar, KY ve
Teneke o tarafta olabilir. Yolunun üzerinde rastlarsan durumu anlat, belki
yardımcı olabilirler”
Çocuğun gözlerinde gözalıcı umudu gördü yine. Canı acıdı.
DÜŞÜNME diye bağırdı içindeki gaddar.
Nihayet
__________________________________________________
diğer metinler : • Karanlık Yıldız • İki Kalbin Hikayesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder