Ekranda yardım simgesine dokunduğumda yardımın geleceğine dair hiç umudum yoktu. Pırılkız tüm o olaylardan, o çılgın uzaylıların bizi kaçırmasından, onlarla yapılan savaştan sonra çok değişmişti.
Kızlar, Valinin Pırılkız'ın babasını öldürdüğünü söylüyorlar. Hem de kızcağızın gözleri önünde, inanılır gibi değil. Bu elbette herkesin moralini bozar. ama yine de ne bileyim, şehrin maskotunun daha... nasıl denir?... neşeli olmasını bekliyor insan. Çocukluğumda eski maskot Bayan Mucize'nin bizi Çocukevinde ziyaret ettiğini hatırlıyorum. Kulaklarda çınlayan kahkahası hala aklımda. Gerçi aynı kahkahayı duyunca gözyaşlarına boğulan çocuklar da vardı. Ama bana hep sevimli ve neşeli gelmişti o kadın. Şimdi düşününce belki fazla neşeli. Oğlan çocuklarını mıncıkladıktan sonra bana dönüp, göz kırpmış ve sanki ikimiz arasında özel bir sır varmış gibi "Oyuncaklarımıza iyi bakmamız lazım, diil mi?" demişti.
Balkon kapısı tıklandığında irkildim. Hiç umudum olmamasına rağmen yardım, o güzelim kızıl saçlarıyla karbon-camın ardından bana bakıyordu. Işık şehrinin bildim bileli olan teklifsizliğini kökten sarsan savaş, yardım taleplerine bir savaş hazırlığı tedirginliğiyle yaklaşmasına sebep olmuştu. Bu hepimiz için geçerli, uzaylılardan önce hiç düşünmediğimiz tehlikelere karşı hepimiz uyanık olmaya başlamıştık. Gökyüzüne şimdiye kadar böylesine şüpheyle bakmamıştık.
"Hoşgeldin Pırılkız, gel içeri!"
"evet, sorun ne?"
"ben... ben sadece biriyle konuşmak istedim."
"sen... bir şeyler içmek ister misin?"
Konuşma ilerledikçe bunun kötü bir fikir olduğu düşüncesi daha netleşiyordu. Tabi Pırılkız'ın bıkkın ve hatta sinirli yüz ifadesinin de buna katkısı yadsınamazdı.
"Üzgünüm" dedi sırtını dönerek "Artık sosyal işler yapmıyorum." Tam uçacağı zaman ağzımdan "Niye üzgünsün?" sorusu kaçtı. Balkon kapısının önündeki kadın bir an heykel gibi kaldı. Önünden gelen sarı güneş ışığının önünde hüzünlü bir maviydi. "Neden böyle dedin?" Geri dönmemişti.
"Bilmiyorum... Bakışların sert. Hep havada asılı duruyorsun... bir.. bir tür yıldız gibi. Bak, ben de sevdiklerimi kaybettim, seni anlıyorum."
Bu sefer gerçekten öfkeli bir bakış yerleşmiş güzel yüzüyle geri döndü. "Neyi anlıyorsun?" dedi. Bir sorgu yargıcı gibi dik ve soğuktu.Çoktan pişman olmuştum. Kızlara anlatacak bir hikaye mi arıyordum? Şu anda sadece yalnızlığımı ve huzurumu geri istiyordum. "Bak... seni kızdırmak istemiyorum... sadece.. uzaylıların saldırısında ben de kocamı kaybettim. Ve sen olmasaydın ben de hayatta olmayacaktım. ve..ve bence müthiş bir iş çıkarttın. Kendinden hoşnut olmanı isterdim."
"Kocan nasıl biriydi?"
"Hiç fena bir adam değildi. Yani herkes kadar iyiydin demek istiyorum. Uyumak ve sanal dünyada zaman öldürmek dışında kalan süre pek azdı ama ben onun kötü biri olduğunu düşünmüyorum."
"Yani esasında onu tanımıyorsun." yine o soğuk sorgu sesi.
"şey... Böyle söyleyince..evet... ama yine de Aile Departmanının hep dediği gibi Yalnızlıktan Daha İyi! "
"Tanımadığın birini evinde tutmak mı?"
Konu niye ben olmuştum birden? "Ben sadece... babanı duydum ve kaybını anladığımı söylemek istemiştim."
Yüzünde bir ilgi ışığı dolaştı. "Ben de babamı tanımıyordum."
"Ama yine de kayıp kayıptır değil mi? Var olduğunu bilmediğin bir boşluk yaratır içinde. Dediğin gibi belki Seth'i, kocamın ismi bu, tanımıyordum ama yokluğu bir boşluk yarattı içimde. Demek ki bir alan işgal ediyormuş hayatımda. Ve ben de kızlar grubuna katıldım."
"Neşeli Kızlar Grubu"
"Uzaylılardan sonra kocalarını, çocuklarını yada tüm tanıdıklarını kaybetmiş kadınlardan oluşuyor. Haftada bir kez toplanıp sohbet ediyoruz. Kayıplarımızı sayıp döküp, onlar hakkında komik anılarımızı anlatıyoruz. "
Elini kaldırarak susturdu beni. Gözlerini yere indirmiş, uyuklar gibiydi. Rüzgar sanki soğuk bir geceyi taşır gibi güneşi sönükleştirdi. Balkonumda dalgalanan pelerini ve saçları olmasa gökyüzüyle grileşen şehrin bir parçası , bir heykel olduğunu sanırdınız.
Sonra gözlerini yerden kaldırdı. Hiç kimsede görmediğim bir şey vardı içlerinde. Bir ateş! Dizlerimin bağı çözüldü. Hiç bu kadar korkmamıştım. Uzaylılarla bile. Sanki bakışları beni duvara sıkıştırmış gibi nefesimi boşalttım istemsizce. "ahhh" sesi çıktı ağızımdan. Onu sakinleştiren bir parolaymış gibi yüzünü gevşetti bu ses.
Yavaşça havalandı. Yüksekten sert ve net bir sesle "Beni yalnız bıraktılar" dedi "Sen hep yalnızdın"
Saçmalıyor! Bana tepeden bakarak saçmalıyordu. Oysa ben neşelenmesini istemiştim sadece.
"Anlatsan anlarım!" diye bağırdım ardından. Batan güneşin kızıllığında bir noktaydı. Bir nokta. Pırltılı Işık Şehrinin karanlık, küçük yıldızı.
İçeri girdim. Henri (servis robotum) birazdan sakinleştirici içkimi getirecekti bana. Normalden iki katı fazla içecektim.
Sanki şehirde haberimizin olmadığı, için için yanan bir yer varmış ve bu ateş uykumda bana ulaşacakmış gibi bir sıkıntı vardı içimde.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder