29 Ağustos 2024

Bütün Bu Tantana

Adem, karanlık raflar arasında, arkasında el ele tutuşmuş iki çocuk , el yordamıyla ilerliyordu.

Işığın muzip, uzayda atlaya zıplaya varolduğu bir yer varsa orası burasıydı. Nereden geldiği belirsiz, mutlak zıttıyla  gerilla savaşı içinde, ama belli ki savaşı kaybeden, ışık demeye bin şahit ister bir şeyin utangaçca gezindiği karanlık bir yerdi. Dükkanın en kuytu, en unutulmuş yeri.

Dükkan; yani “İman Limited” akla ziyan bir “şey”ler birikintisi, zehirli bulutun göğünü örttüğü bu gezegende işe yarar birşeyler bulma ümidi veren tek yerdi. İnşası tamamlanmamış bir sığınağı mesken tutan bir değiş tokuş bankası. Geçmişten kalan şeyler, toplanan şeyler, dönüştürülen şeyler…

Üçlü, paslı raflara çarpa çarpa, bereli vücutlarını güçlükle sürüklüyorlardı.   Aydınlatma sistemi uzun zaman önce pes etmişti. Karanlık yenilmez bir savaşçıydı.

“Zaman kalmadı” diye inledi zayıf oğlan. Ağlayan bir kızı çekiştiriyor, önlerindeki belli belirsiz figürü gözden kaybetmemek için mücadele ediyordu.

“Buralarda bir yerde olmalı” dedi Adem.

“Keşke o kedi gözü mantarlarından yeseydim, karanlıkta görmemi sağlardı”

“belki ateş…” dedi nefes nefese çocuk

“Aradığın ölüm değilse iyi bir yöntem değil. Burada patlamaya hazır çok şey var”

Adem bir sıçrayışta iki raf yukarı çıktı. Karanlıkta tıngırtılar, çarpma, kırılma sesleri.

“Göremiyorum, lanet olsun”

Tam acaba gözlerim karanlığa alışıyor mu diye düşünürken, metal rafların hafif bir ışıltıyla parlamaya başladığını fark etti. Işıma giderek güçlendi. Üzerinde durduğu rafta  elektrik çarpmış gibi korkuyla sıçradı, neredeyse  düşüyordu. “ANANIII!!!”

Aşağıdan bir ses “Ben yapıyorum” diye seslendi çekingence. “Metalleri parlatabiliyorum” küçük, mahçup yüzü seçebiliyordu şimdi.

Adem’in yüzü dalgalandı, dişlerini sıktı. Yeryüzünün garip halkı, canavarlar, hilkat garibeleri, mutantlar… alışkındı. Genel bu çocuğun aksine çirkindi,  ama ortak noktaları hep aynıydı: İletişim konusunda berbat olmak !

“bunu...” oğlana baktı. “bunu niye baştan söylemedin be çocuk”

Oda yıllardan beri ilk defa apaçık ortadaydı. Bulundukları yerden başlayarak aydınlık dalgalanıyordu. Adem artık çocukları aşağıda kendi hallerine bırakmış rafların üzerinde zıplıyor, eğiliyor, birşeyleri kurcalıyor, arıyor,arıyordu. Bazen bir şeylere dalıp duraklıyor, şaşırıyor,  bazen bir parçayı eline alıp öfkeyle geri koyuyordu.

“HAH İŞTE!” dedi sonunda.

Çocukların yanına döndü. Işık azalmaya başlıyordu. Oğlanın alnında ter damlacıkları.

“Biraz daha dayan” dedi çocuğa.

Şimdi elinde tabanca gibi tetikli bir mekanizma tutuyordu. Bulanık yeşil bir sıvıyı toprak rengi bir şişeden damla damla boşalttı aletin haznesine.

Çalış lanet olsun !”

Alet tıkırdadı, ucundan bir iğne dışarı fırladı, bir mırıltı işitildi. 

Küçük kız titriyordu. Tombul yanakları sallanıyor, ince kollarının hatları belirsizleşiyordu.

Başka bir kızın hayali düştü aklına. Bir zamanlar rafların arasında koşuşturup duran, sevgisini hemencecik gösteren, hep şaşıran, hep gülümseyen o çocuk. Aicha!

Yüzü ekşidi. Unut dedi içindeki despot.

Kız şimdi yerde, oğlanın kucağında yatıyordu, kolunu tuttu. Alev gibi yanıyordu. Aletin iğnesi tenine battı, vınlama yükseldi ve sustu. Oğlan da kız gibi gözlerini kapatmıştı.

Adem de yanlarına çöktü. “Şimdi ne olduğunu anlat” dedi. Sakinleşmişlerdi. Sanki savaş sona ermiş, barış gelmiş, efsanelerdeki gibi güneş açmış, üçü aydınlık ve sıcak, oturmuş piknik yapıyorlardı.

“Ölüyor”

“Herkes ölüyor”

 “Ama hemen değil, şimdi değil” sesi titredi, zayıfladı. Adem’in gözlerine dikti gözlerini.

“yaşayabilirken değil”

Bunu tanırdı Adem. Karanlıkta cılız cılız çakıp sönen bu şeyi. İçindeki gaddarı çağırdı, düşüncesini sustursun diye. Kimse gelmedi.

Cennetin Gözyaş’na gidiyoruz” diye devam etti oğlan. “orada hastalığını iyileştirebilirler”

“hı”

Son zamanlarda dükkana gelen gidenden çok duymuştu bu ismi. Cennetin Gözyaşı. Bir bölgeyi tanımlıyordu. Mücizelerin serpiştirildiği, cennetin merhamet nurlarını döktüğü yer.

Gerçeği biliyordu oysa. Tüm yeryüzünü kaplayan zehirli örtünün üstünde bir cennet yoktu. Kibir ve bencillikle inşa edilmiş gökyüzü şehrini gözleriyle görmüştü; Işık şehri .

Yeryüzüne tezat, refahın, teknolojinin o besili insanları güneş ve yıldız manzaralarıyla nesiller boyu mutlu mesut yaşamışlardı.

Ta ki uzaylılar gelene dek !

Ta ki altlarında uzanıp giden ve niteliğini hiç merak etmedikleri o mor örtünün altında sefil canlılar, yitik bir zamandan kalan uzak akrabalar olduğunu keşfedene dek !

 “Bunları al yanına” Oğlanın eline şırınga tabancasını ve ilaç kapsüllerini tutuşturdu.

“Benim adamlar, KY ve Teneke o tarafta olabilir. Yolunun üzerinde rastlarsan durumu anlat, belki yardımcı olabilirler”

Çocuğun gözlerinde gözalıcı umudu gördü yine. Canı acıdı.

DÜŞÜNME diye bağırdı içindeki gaddar.


Nihayet


__________________________________________________

diğer metinler :    • Karanlık Yıldız   • İki Kalbin Hikayesi