Bir odaya iki İtalyan,
iki Makedon, iki Türk ve bir Kosovalıyı koyarsanız ne konuşurlar? Bir eylül gecesi Gani’nin Prizren’deki odasında iseler cevap basit; çizgiroman! Yer yer tarzancanın en koyu şivesiyle üstelik.
Plaketlerin verildiği törenden bir görünüm (sağda Fabiano) |
Balkanları ilk görüşüm güneşli, sıcak bir Eylül sabahıydı.
Doğu Avrupa’nın ırksal ve dinsel nefret acılarından payına düşeni yaşamış
bölgesi Balkanların tam göbeğinde, eski Yugoslavya’nın bağımsızlığını en son
kazanan parçasına; Kosova’ya
dağların arasından çalkalanarak alçalan bir uçaktaydık. Biraz uyku biraz korku
belasına kapalı tuttuğum gözlerimi açıp pencereden baktığımda gördüğüm bir
Haziran Anadolusundan farksız bir platoydu. Yıldıray ile beraber Prizren’de
bu yıl sekizincisi düzenlenen Kosova
Çizgiroman Festivaline katılmak üzere bu yolculuğa çıkmıştık.
Yeni cumhuriyetin başkenti Priştina’ya onbeş dakika uzaklıkta küçük bir havalimanı olan Adem Jashari havalimanından bizi alan
şöförümüz minareli köylerin dağıldığı bir ovadan, yeşil dolambaçlı bir dağdan,
ENKA’nın yapmakta olduğu Priştina-Tiran otobanının bir bölümünden geçirerek bir
saat içinde Prizren’e ulaştırdı bizi.
Tepedeki büyük kalenin gözetiminde akan Akdere’nin kıyısında uzanan Prizren iki üç katlı şirin binaları, Arnavut
kaldırımlı Şadırvan bölgesi,
birbirine sokulmuş küçük dükkanların sıralandığı caddeleri, hatta çevresini
saran Şar dağlarının yeşili ile Yıldıray’a Kastamonu’yu
hatırlattı.
Şehrin sürprizleri bu fiziksel benzerlikten ibaret değildi. Evimizden
kilometrelerce uzakta, sınır komşumuz olmayan bu ülkedeki otelimizde bizi
Silifke oyunhavası karşıladı. Otelin restaurantında şıkır şıkır hanımlar beyler
gerdan kırıp, bıkkın sünnet çocuğunu unutmuş kendilerinden geçiyordu. Odamıza
çıktığımızda da aynı desibelde bize eşlik eden bangırdı Silifke’den çıkmış,
Karadeniz türkülerine doğru akıyordu. Yabancılık beklerken Prizren bizi ters
köşeye yatırmıştı. Türk nüfusun azımsanmayacak oranda olduğu, Türkçenin her
yerde konuşulduğu bir yerdeydik. Prizren’deki üç günümüzde sokakta
gezerken, köftemizi, kahvemizi söylerken
hep kendi dilimizi kullandık.
Yerleştikten sonra etkinliğin merkezi olan eski Osmanlı hamam yapısına, adı üzerinde “Hamam”a gittik ve festivalinin organizatörü Gani (Sururi) ve diğer katılımcılarla tanıştık. Kıbrıs’tan karikatüristler Mustafa Tozaki , Arif Ali Albayrak, İtalya’dan Dampyr çizerleri Alessandro Bocci, Fabiano Ambu, Makedonya’dan Nikola Temkov, Toni Anastasovski, Vesna Nichevska- Saravinova, Fransa’dan Cent Alanter, Kosova’dan Agim Krasniqi .
Yerleştikten sonra etkinliğin merkezi olan eski Osmanlı hamam yapısına, adı üzerinde “Hamam”a gittik ve festivalinin organizatörü Gani (Sururi) ve diğer katılımcılarla tanıştık. Kıbrıs’tan karikatüristler Mustafa Tozaki , Arif Ali Albayrak, İtalya’dan Dampyr çizerleri Alessandro Bocci, Fabiano Ambu, Makedonya’dan Nikola Temkov, Toni Anastasovski, Vesna Nichevska- Saravinova, Fransa’dan Cent Alanter, Kosova’dan Agim Krasniqi .
Ekip tamamlanınca hep beraber Belediye Başkanını ziyaret
edip kahvesini içtik. Sonra yine Hamam’a dönerek Disney Fransa’da 7 yıl geriplan, layout, konsept sanatçısı olarak
çalışmış olan Cent’in Tarzan ve Şaşkın İmparator filmlerinin konsept defterleri üzerinden yaptığı
sunumu izledik. Kadraj hareketleri, açık koyu değerinin dikkat odaklı olarak
bir enstrümana dönüşünü gayet güzel açıkladı sağolsun.
Akşam ise Belediye yetkililerinin, Kosova’da görevli NATO’ya
bağlı KFOR subaylarının da katılımının olduğu bir açılış töreni ve müteakibinde
kokteyl ile devam etti. Hamamın kubbeli iki ana mekanında sergilenen, Doğu
Avrupa sanatçılarının ağırlıkta olduğu yüze yakın illüstrasyon, karikatür, çizgiroman
sayfaları ile zevkli bir seçki yaratılmıştı.
Bu noktada ister istemez içinde bulunduğumuz yapı ile ilgili
bir şeyler söyleme mecburiyeti hissediyorum. Belediyenin izniyle sergi mekânı
olarak kullanılan Hamam, yapısal olarak sağlam şekilde ayakta durmakla birlikte
sergileme için asgari aydınlatma düzeneği eklenmesi dışında oldukça ham bir
alan. Keşke kaynak bulabilseler, hatta keşke Türkiye Cumhuriyeti bu Osmanlı
yapısının yeniden işlevlendirilmesinde, müthiş bir sergi ve kültür merkezi
haline getirilmesinde destek olsa diye düşünüp durdum. Açılışa gelen TSK
mensupları ve Yunus Emre Vakfı yöneticileri ile temsil edilen Türkiye’nin
manevi desteklerinin yanı sıra eserleriyle de iz bırakması güzel olurdu.
Umarımız bir gün böyle güzel haberler de alırız.
Pazar günü festivalin en zevkli günüydü, çünkü hepimizin eli
kâğıda değdi, oturduk ve çizdik. Gerçi Mustafa
(Tozaki) bey ilk andan itibaren hiç durmadan çevredeki herkesin
karikatürlerini çizerek en çalışkan kalem ödülünü hak etmişti çoktan. Turist
gibi gezinen biz avareler ise silkinip bugün özümüze döndük. Atölye
çalışmasının yapılacağı saatte Yıldıray ile Hamam’a geldiğimizde Alessandro Bocci’yi çokta oturmuş Dampyr’i çizerken bulduk. Bocci daha
sonra iyice fark edeceğimiz üzere ince işçiliği ve sabrı ile neredeyse gravür
tarzı detaylı işler çıkarabilen bir sanatçı. Ülkemizde yayımlanan Dampyr süper cilt 8 ve 16’da çizdiği maceraları
görebilirsiniz.
Bir diğer Dampyr çizeri Fabiano
Ambu ise Bocci’ye nazaran daha
genç ve ham görünse de Bonelli’nin
güncel standart kalitesini tuturan bir çizer. Ambu’nun çizdiği maceraların
ülkemizde yayımlanması için daha yıllar var.
Yıldıray renkli
bir Süpermen eskizi patlattığında
herkes iyice kendine gelmişti. “DC
süperstar” fısıltıları taş kubbede yankılandı. Kimi çizer arkadaşların yan
odaya sessizce kaçıp kırmızı gözlerle çıktıkları dikkatimden kaçmadı. Yıldıray
çizgisiyle hepimizi dövdüğünde “ben alıştım ülenn” dedim içimden. Çizdik babam çizdik, sonra, kalktık dolandık,
diğer çizer arkadaşların çizimlerine baktık. Toni Anastasovski’nin mimari ve doğa
izlenimleri ile kurguladığı çizimi de çok beğendim. Mustafa bey bu esnada gelen
birilerini yakalamış onların karikatürünü çizip hediye ediyordu. Gani’nin
festival defterine de herkes bir şeyler çizdi. Yıldıray bir Karabasan eskizi bile patlattı bu
arada. Özlemişiz keratayı.
Şadırvan bölgesinde sohbetle geçen akşamın ardından
Prizren’deki son gecemizde Gani’nin evine davetliydik. Alessandro ve Fabiano
içinde Dampyr sayfa orjinallerinin de olduğu çizim klasörlerini getirmişti ve
hepimiz balıklama atladık. Alessandro’nun tekniği ve sabrı olağanüstüydü.
Orijinal çizim kolleksiyoneri olarak hayatımda ilk defa fumetti orijinal
sayfası gördüm. Amerikan formatından küçük , yaklaşık 25x35 cm ölçüsündeydiler.
Buna rağmen sayfadaki tek bir panel tüm sayfayı kaplasa dahi ayrıntısından bir
şey kaybetmezdi, öylesine ince ince işlenmişti tüm paneller. Müthişti.
Eğlenceli sohbetimiz İtalyan arkadaşlarımızın İngilizce bilmemesi, Alessandro’nun Fransızca bilmesi, ancak bunun da Makedon Nikola’nın az Fransızca bilgisi ile pek faydası olmaması neticesinde ilginç bir Kapalıçarşı iletişimi ile geçiyordu. Anladık ki çizgiroman ortak dilimizdi ve gayet iyi idare ettik. Alessandro’dan bir “art booklet”, Fabiano’dan bir özgün baskı hediyesi alınca Kosova’ya gelirken yanımızda getirdiğimiz Çapa ve Gorajun nüshalarını sergi salonunda dağıtıp bitirmiş olmaktan hayıflandık. Sanırım sohbet özellikle Fransa’daki piyasa hakkında bilgilenmek açısından faydalıydı. Fransız piyasası şimdiye dek duyduğum en yüksek ücretleri veriyormuş. Buna karşılık yayıncı beklentisi açısından yüksek bir çıta oluşturduğu da kesin. Bir diğer bilgi ise Sırpların fumettilerde İtalya’dan bir sayı geriden gelmeleri. Bizde hiç yayınlanmamış bir çok fumettinin Sırp baskılarını Gani’nin kütüphanesinde gördük. Sırbistan’da çizgiroman kültürü belli ki çok güçlü. Nikola, Hırvatistan’ın Makarska şehrinde düzenlenen Mafest ozganizasyonu için iyi şeyler söyledi. Makedonya’daki festival ise 7 yaşına giriyormuş.
Eğlenceli sohbetimiz İtalyan arkadaşlarımızın İngilizce bilmemesi, Alessandro’nun Fransızca bilmesi, ancak bunun da Makedon Nikola’nın az Fransızca bilgisi ile pek faydası olmaması neticesinde ilginç bir Kapalıçarşı iletişimi ile geçiyordu. Anladık ki çizgiroman ortak dilimizdi ve gayet iyi idare ettik. Alessandro’dan bir “art booklet”, Fabiano’dan bir özgün baskı hediyesi alınca Kosova’ya gelirken yanımızda getirdiğimiz Çapa ve Gorajun nüshalarını sergi salonunda dağıtıp bitirmiş olmaktan hayıflandık. Sanırım sohbet özellikle Fransa’daki piyasa hakkında bilgilenmek açısından faydalıydı. Fransız piyasası şimdiye dek duyduğum en yüksek ücretleri veriyormuş. Buna karşılık yayıncı beklentisi açısından yüksek bir çıta oluşturduğu da kesin. Bir diğer bilgi ise Sırpların fumettilerde İtalya’dan bir sayı geriden gelmeleri. Bizde hiç yayınlanmamış bir çok fumettinin Sırp baskılarını Gani’nin kütüphanesinde gördük. Sırbistan’da çizgiroman kültürü belli ki çok güçlü. Nikola, Hırvatistan’ın Makarska şehrinde düzenlenen Mafest ozganizasyonu için iyi şeyler söyledi. Makedonya’daki festival ise 7 yaşına giriyormuş.
Sırbistan ile Türkiye yayıncılığını karşılaştırmak moral
bozucu da olsa, esas düşünülmesi gereken Balkanlardaki çizgiroman kültürüne
ilişkin genel uyanıştı. İçimizdeki hayali kışkırtan bu Kosova deneyimi, sinemanın
ötesindeki kültür faaliyetlerini destekleyen bir yerel yönetim desteğinin
önemini ortaya koyuyor. Gani gibi azimli tek bir kişinin bile pekala uluslararası katılımcılı bir çizgiroman
festivali düzenleyebileceğini ispatlayan bir girişim. Bir de iki üç milyonluk
ülkeler Kosova, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan yedinci –sekizinci yılına
giren çizgiroman fuarları, festivalleri yaparken yetmiş milyonluk ülkemizde
böyle inatçı organizasyonların olmaması 500 adet basılan çizgiromanların sıkışıp
kaldığı küçük mağaranın mübesilidir belki de.
Darısı başımıza diyerek ayrıldım Balkanlardan.
Gezginler için
notlar: vizeye filan ihtiyacınız yok. THY ve Pegasus sıklıkla uçuyorlar.
Çantanızı sırtınıza vurup gidebileceğiniz bir ülke. Avrupa Birliğine üye
olmasalar da para birimi olarak euro’yu kullanıyorlar.Dünyanın en yüksek yakıt,
iletişim vs. vergilerine alışmış bizler için ekonomik bir ülke. Ve köfte… evet
köfte!
* Hakan Tacal'ın Gölge e-derginin Ekim 2012 tarihli 61.sayısında yayımlanan yazısı. ilgili bağlantı için tıklayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder