Birisi size “Onları
dava ettim” dediğinde kafanızda adalet arayışında bir mağdur ve onun karşısında bir suçlu
fikri oluşur. Politikacıların ağzından işlerine geldiğinde duya geldiğiniz“suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar,
kimse suçlu sayılamaz.” (masumiyet karinesi) düsturu sosyal ilişkilerde pek
işlemez. Karşınızda “Fikirlerimi çaldılar,
ben de dava ettim onları!” diyen biri varsa hemen dersiniz ki “Haklı olmasa uğraşır mı? Ateş olmayan
yerden duman çıkar mı?”
Kimse bu duruma sorgulayıcı bir bakış açısıyla yaklaşmaz. Dava
sonucu beklemek bir yana, bahsedilen eserleri okuyup kendi kararınızı vermeye
de niyetlenmez. Elle tutulur kanıt olup olmadığını umursamadan karşısındaki ile
empati kurar, hırsıza söversiniz. Sözde Mağdurun (SM) uzun uzun anlatacağı
hikâyeler, malsız kalmış dedikodu pazarında kapış kapış gider.
Dünyada binlerce iyi yazar varken, bula bula onun fikirleri
çalınan SM, camiada başka bir gözle bakılır olur. Öyle ya, birileri onun
fikrini çaldığına göre onda bir cevher gizli olsa gerek. Meyva hırsızı kuru
dala çıkacak değil ya!
Hele ki sevgili SM ağzı laf yapan, kelimeleri birbiri ardına
kurnazca dizme yeteneğine haiz biriyse, “gerçek” kimsenin yüzüne bakmadığı
zavallı bir yetim gibi köprü altlarında gizlenir, “miş gibi”ler saraylarda
ağırlanır.
Gerçek, kimsenin de umurunda değildir aslında. Üstü
örtülmüş, tanınmaz hale gelinceye dek dövülmüş, çamurların altına gömülmüştür.
Muteberleşme yolunda ilk fırsatı veren bu mezar unutulur gider.
Fakat zaman geçer, yağmurlar yağar, çamur akar gider.
Gerçek, öldürmesi zor bir şeydir dostlar.
---
Karabasan: Kehanet çizgiromanımız,
2003 yılının Temmuz ayında çıktı. Aynı yılın eylül ayında Ümit Kireççi, intihal (fikir hırsızlığı) suçlamasıyla
bizi dava etti. Karabasan’ın senaryosunun Sürgün hikayesinden çalındığını iddia
ediyordu.
Yedi yıl sonra 15/10/2010
tarihinde İstanbul 1. Fikri ve Sinai
Haklar Hukuk Mahkemesinde lehimize karar alınarak, çizgi romanımızın
intihal olmadığına karar verilerek Ümit Kireççi’nin tüm iddiaları red edildi.
Başlangıçtan beri dava sonucunu bekleyerek sessiz kalmıştık
ve karar üzerine dava sonucunu yazılı olarak duyurduk.
Fakat ÜK henüz
dava sonuçlanmadı diyerek bizi şaşırttı ; Mahkemece verilen kararın temyiz
incelemesi için Yargıtay’a başvurmuştu. Yagıtay yaptığı inceleme de İstanbul 1. Fikri ve Sinai Haklar Hukuk
Mahkemesi’nin kararını yerinde bularak ONANMASINA karar verdi. Artık hukuk
yolu kapanmıştı.
Tam 10 yıl süresince ilk başta bahsettiğimiz yaklaşım
nedeniyle tahakküm altında kaldık, fikir hırsızlığı çamuruyla lekelendik.
O halde bizi aşağılarken, birilerini mazlum ve çalmaya
tenezzül edilecek fikirlerin sahibi olarak yücelten bu suçlamadan bahsetmenin
zamanı geldi artık.
Ü.K. dava sürecinde 100 sayfaya yakın dilekçe ve dilekçe eki
yazdı. Ama suçlamasının özü her dilekçesinde tekrarlanan ve tam hali ilk
02/06/2004 tarihli dilekçesinde yer alan 20maddeydi.
Yani bu 20 maddelik liste, sözde fikir hırsızlığının delillerini açıklıyordu.
Çizgiroman ve senaryo uzmanı Ü.K. ilk 2 maddede şöyle diyordu:
“ 1) Sürgün 2 Ankara’nin genel bir planıyla başlar
ve şehrin Ankara olduğu daha da vurgulamak için Anıtkabir gösterilir.
Karabasan’da da aynı amaç güdülerek ilk kare Galata kulesi ve Boğaz köprüsü
olarak değiştirilmiştir.
2) öykü gizemi
arttırmak için gece başlatılır, yine gecedir.
....”
Listenin geri kalanı her iki işi de okumamış kişiler için
pek bir şey ifade etmeyecektir. Detaya giren, tipik çizgiroman ve
fantastik/korku janrının gereçlerini sıralayan diğer maddelerle canınızı
sıkmayacağız ama 20 çalıntı noktanın ilk ikisi buydu işte;
“iki hikayenin de gece,
şehir görüntüsüyla başlaması !”
Başka söze gerek var mı?
Dava dosyası, doğal olarak bilirkişi kurullarınca incelendi.
Toplamda 3 Bilirkişi heyeti 9 bilirkişi ve toplam 5 bilirkişi kurul raporunun hemfikir olması sonucunda
mahkeme hakimi kaçınılmaz olarak lehimize karar verdi.
Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda
karar aynı şekilde onandı.Üzerimize atılı itham
asılsızdı!
Hikayenin sonu.
Terazinin bir yanında bir kişinin
iddiaları, diğer yanda 9 bilirkişi, 5 bilirkişi raporu, bir mahkeme, bir yüksek
mahkeme kararı. Mesnetsiz sözlere kanmış, sözkonusu işleri elerinde tutup
okuyarak kendi kararlarını oluşturma fırsatı bulmamış arkadaşlar, bunca yıl sonra teraziye bakıp cevap verin lütfen;
Bu hikayede kim suçlu, kim mağdur?
---
Biz zaten biliyorduk ama bilmeyenlere haber verelim dedik;
Karabasan, Yıldıray Çınar ve Hakan Tacal tarafından yaratılan özgün bir işti ve hep öyle kaldı.
Okuyanlar bilir.
PS. Lütfen Sürgün
dönemine dair gelişi güzel ortaya atılan kirli bilgilere itibar etmeyin, yüksek
sesle konuşan tek bir kişinin hayallerini, sessiz dört kişinin gerçeklerinden
üstte tutmayın. En azından Sürgün hikâyesinin yaratıcısı ve 1. Sayı senaristi Suat
Efe Us’a ayıp etmiş olursunuz.