8 Eylül 2013

İki Kalbin Hikayesi

Çocuk yumuşacık yatağında uyuyordu. Terry ileride bütün bu yaşananları hatırlayıp hatırlamayacağını düşündü. Küçükken yaşadıklarını ve nereden geldiğini hatırlamazsa büyük bir kayıp olacağını hissediyordu. Buradakilere dehşet veren varoluşları onlar için zamanında ne sıradandı. Ve şimdi uyuyan çocuğun o  karanlık diyarı,  tüm o yokluğu, belirsizliği, açlığı, o müthiş savaşı, tüm bunları unutacak olması bir kayıptı. Eksik bir temel taşı gibi.  “Her çocuk bir projedir” dedi kendi kendine “ve inşaa edilir” bu sözcük yani “proje” her seferinde olduğu gibi aklını kirli sakallı, uzun kara saçları dağınık o adama sürükledi. “proje “sözüyle alay ederdi. İnançsızlığı geleceğe yönelik planlar yapmanın yararsızlığına evrilmiş, plan yapmak sanki önünde uzanan uzay-zamanda açık bir yara yaratmak gibi gelmişti ona. Ve gelecek tuzlu bir şeydi, açık yaraları gördüğünde üzerine basmaktan geri durmazdı. Tüm bunlar, umutlardan uzak durarak kendini korumaya çalışan yetişkin bir çocuk olduğunu düşündürüyordu. Çok yalan duymuş, artık  geleceğe dair yeminler duymak istemeyen, ve kelimelerin teminatlarına kulaklarını tıkayan bir çocuk.
O adam-çocuğun geçmişteki bir deneyiminde takılı kalmasının yanlış olduğunu bilirken, içeride uyuyan çocuğun geçmişini unutacak olması neden bu kadar rahatsız ediyordu onu? Çocuk artık bulunduğu bu cennette büyüyecekti ve aşağıda her ne kadar sıcak, güvende ve sevilerek büyütülmüş olsa da o karanlık ülkeyi unutması en doğalıydı.
Hem burada doğan çocuklara asla benzemeyecekti. O adamın kederli gözlerinden bir bakış ödünç almıştı sanki. Diğer çocuklarla beraber oyun oynarken onları izliyor ve artık bu sağlıklı, tombul çocuklar arasında ayırd edilemez olmasını umarken, küçük kızı kara düz saçları ve şaşıran gözleri ile oyunu bir tür umarsız kaosa ve gereksiz tahribata dönüştüren arkadaşlarına bakarken yakalıyordu. Diğerleri oyun saatinin sonunda sanal gerçekliğe bağlanıp başka türlü bir dünyada kimbilir ne tür vahşi oyunlar oynamaya devam edeceklerdi.  Sanki herkes, bu cennette bile herkes, bir başka aleme ihtiyaç duyuyordu. Oysa aşağıdan gelenlerin bu dünyada çok revaçta olan sanal gerçekliğe hiç bağlanmadıkları dikkatini çekiyordu. Onların öte dünyası başka bir yerdi çünkü. Buradaki çocuklar mekanik mucizelerle ideal sıcaklıkta, ideal protein dietleri ve mutlak bir güvenlik içinde yetiştiriliyordu. Evebeynleri ile isteklerinin karşılanması arasında bir bağ asla kurulmuyordu. Onlara şehir bakıyordu.  Şehir kendi çocuk çiftliğini kurmuştu sanki. Şehrin küçük yan projesi diye mırıldandı. Bu sefer  kelime başka bir anlam taşıyordu sanki. Hep aklında kırık bir gülümseme yaratan kelime, şimdi aynı harflerle yazılan başka bir kelimeydi. Aynı taşlarla inşaa edilen birbirinin aynısı iki bina. Yenisinin içinde yaşayan şey varlığı ile kış gibiydi. Terry, sıcak tonlarla aydınlatılan odanın mükemmel ısı ve nem dengesine rağmen titredi.   
Terry inançlı biriydi. Geleceğini inşa etmeye inanırdı, aynı bir çocuk gibi. Kendisinin gördüğü ve anladığı çoğu şeyi diğerlerinin görmediğini, alışkanlığın doğası içinde kabul ettiklerini biliyordu. Şekilleri görüyor ve bunların isimlerini biliyorlarsa gerisini umursamıyorlardı. İnce boynunun üzerinde alev gibi dalgalanan  saçları ile bu genç kadın ise şekiller arasında görünmez bağlar kuruyor, olaylar arasında ince sebep sonuç ipleri arıyordu. Gördüğü şeyler sonunda bir fikir oluşturuyor ve buna mutlak bir inançla bağlı kalıyordu. Savaştan önce aşağıda yaşananlar da bu yüzdendi.  Ve daha aşağıda yaşananlar. Şimdi bunu düşününce, herkesin iki dünyası varken benim üç var diye düşündü. Bu yararsız gözlemi aklından silindi gitti sonra.
Tekrar çocuğa çevirdi zihin akışını. Bir sonuca ulaşıp rahatlayamayacağını biliyordu ama kendine engel olması mümkün değildi. Bilinmez bir şeydi çocuk. Sabahları gülümsüyerek uyanıyordu ve Pırılkızı kendisini ve köpeği gezdirmesi için ikna etmesi on dakika sürüyordu. İnleyen beyaz tiftik tüylü bir köpek ve alt dudağını sarkıtan bir kız çocuğu kadar ikna edici hiçbirşey olamazdı. Pırılkız’la Boncuk'un eski düşmanlıkları unutulmuştu. Günün ilk keşfine beraber uçuyorlardı.
Terasa çıktı. Gece mucizesini konuşturuyordu yine. Lacivert bir kadifeye yayılı o elmaslar parıldıyordu yukarıda ve şehir onun devamı gibi kendi ziynetlerini sergiliyordu  gösteriş içinde. Hava bir bahar gecesinin diri ve serin havasıydı.  Uyumam lazım diye düşündü genç kadın, şu kafamı durdurabilirsem uyuyacağım da. Uyku hala çok uzaktaydı.
Terasın köşesinde aşağıya bakan küçük çocuğu gördüğünde dondu kaldı.
Aicha?”
“ne oldu tatlım, sen uyumuyor muydun?”
Bakışlarını aşağıdan çevirmeden “rüya gördüm” dedi Aicha. Tombul kırmızı yanaklarında gece karanlığında bile belli olan parıltılı bir iz vardı. “tatlımm kötü rüya mı gördün?” diyerek yanında dizlerinin üzerine çöktü Terry.
“yoo, kötü diil.” dedi kız.
Yüzünde yine o derin ve insana ağlama isteği veren gülümseme ile kadına baktı çocuk. “Onları gördüm, beraber mantar toplamaya çıkmışız. Ama şarkı da söylüyoruz. Teneke beni sırtında taşırken, Adem, KY ile sepeti taşıyanın arada toplanan mantarları yemesinin normal olduğu konusunda kavga ediyor.”
Kız ve kadın beraber gülümsüyorlar şimdi.
Başı öne düştü küçük kızın. “özlüyorum” dedi hıçkırarak.
“biliyorum tatlım” dedi Terry, sıkıca sarılıp küçük kıza ”biliyorum

Terry’nin zihninde Şehrin bu çocuğu fethedemeyeceğini bilgisi  bir yangın gibi parladı tam o anda.  Makineler ve refah çürütemeyeceği bir şeyle karşı karşıyaydı bu sefer. “Kalbini ortadan kırıp iki dünyaya vermiş bir minik kız” diye düşündü  “bambaşka bir güç taşıyor içinde.

Yıldızlar dalgalandı. Işık şehrinde gece vakti.

Hiç yorum yok: