20 Ekim 2012

Kosova Notları


Bir odaya iki İtalyan, iki Makedon, iki Türk ve bir Kosovalıyı koyarsanız ne konuşurlar? Bir eylül gecesi Gani’nin Prizren’deki odasında iseler cevap basit; çizgiroman! Yer yer tarzancanın en koyu şivesiyle üstelik.
Plaketlerin verildiği törenden bir görünüm (sağda Fabiano)
O keyifli geceye geçmeden önce baştan başlayayım en iyisi.
Balkanları ilk görüşüm güneşli, sıcak bir Eylül sabahıydı. Doğu Avrupa’nın ırksal ve dinsel nefret acılarından payına düşeni yaşamış bölgesi Balkanların tam göbeğinde, eski Yugoslavya’nın bağımsızlığını en son kazanan parçasına; Kosova’ya dağların arasından çalkalanarak alçalan bir uçaktaydık. Biraz uyku biraz korku belasına kapalı tuttuğum gözlerimi açıp pencereden baktığımda gördüğüm bir Haziran Anadolusundan farksız bir platoydu. Yıldıray ile beraber Prizren’de bu yıl sekizincisi düzenlenen Kosova Çizgiroman Festivaline katılmak üzere bu yolculuğa çıkmıştık.
Yeni cumhuriyetin başkenti Priştina’ya onbeş dakika uzaklıkta küçük bir havalimanı olan Adem Jashari havalimanından bizi alan şöförümüz minareli köylerin dağıldığı bir ovadan, yeşil dolambaçlı bir dağdan, ENKA’nın yapmakta olduğu Priştina-Tiran otobanının bir bölümünden geçirerek bir saat içinde Prizren’e ulaştırdı bizi.

Tepedeki büyük kalenin gözetiminde akan Akdere’nin kıyısında uzanan Prizren iki üç katlı şirin binaları, Arnavut kaldırımlı Şadırvan bölgesi, birbirine sokulmuş küçük dükkanların sıralandığı caddeleri, hatta çevresini saran Şar dağlarının yeşili ile Yıldıray’a Kastamonu’yu hatırlattı.
Şehrin sürprizleri bu fiziksel benzerlikten ibaret değildi. Evimizden kilometrelerce uzakta, sınır komşumuz olmayan bu ülkedeki otelimizde bizi Silifke oyunhavası karşıladı. Otelin restaurantında şıkır şıkır hanımlar beyler gerdan kırıp, bıkkın sünnet çocuğunu unutmuş kendilerinden geçiyordu. Odamıza çıktığımızda da aynı desibelde bize eşlik eden bangırdı Silifke’den çıkmış, Karadeniz türkülerine doğru akıyordu. Yabancılık beklerken Prizren bizi ters köşeye yatırmıştı. Türk nüfusun azımsanmayacak oranda olduğu, Türkçenin her yerde konuşulduğu bir yerdeydik. Prizren’deki üç günümüzde sokakta gezerken,  köftemizi, kahvemizi söylerken hep kendi dilimizi kullandık.

Yerleştikten sonra etkinliğin merkezi olan eski Osmanlı hamam yapısına, adı üzerinde “Hamam”a gittik ve festivalinin organizatörü Gani (Sururi) ve diğer katılımcılarla tanıştık. Kıbrıs’tan karikatüristler  Mustafa Tozaki , Arif Ali Albayrak, İtalya’dan Dampyr çizerleri Alessandro Bocci, Fabiano Ambu, Makedonya’dan Nikola Temkov, Toni Anastasovski, Vesna Nichevska- Saravinova, Fransa’dan Cent Alanter, Kosova’dan Agim Krasniqi .

Ekip tamamlanınca hep beraber Belediye Başkanını ziyaret edip kahvesini içtik. Sonra yine Hamam’a dönerek Disney Fransa’da 7 yıl geriplan, layout, konsept sanatçısı olarak çalışmış olan Cent’in Tarzan ve Şaşkın İmparator  filmlerinin konsept defterleri üzerinden yaptığı sunumu izledik. Kadraj hareketleri, açık koyu değerinin dikkat odaklı olarak bir enstrümana dönüşünü gayet güzel açıkladı sağolsun.  
Akşam ise Belediye yetkililerinin, Kosova’da görevli NATO’ya bağlı KFOR subaylarının da katılımının olduğu bir açılış töreni ve müteakibinde kokteyl ile devam etti. Hamamın kubbeli iki ana mekanında sergilenen, Doğu Avrupa sanatçılarının ağırlıkta olduğu  yüze yakın illüstrasyon, karikatür, çizgiroman sayfaları ile zevkli bir seçki yaratılmıştı.

Bu noktada ister istemez içinde bulunduğumuz yapı ile ilgili bir şeyler söyleme mecburiyeti hissediyorum. Belediyenin izniyle sergi mekânı olarak kullanılan Hamam, yapısal olarak sağlam şekilde ayakta durmakla birlikte sergileme için asgari aydınlatma düzeneği eklenmesi dışında oldukça ham bir alan. Keşke kaynak bulabilseler, hatta keşke Türkiye Cumhuriyeti bu Osmanlı yapısının yeniden işlevlendirilmesinde, müthiş bir sergi ve kültür merkezi haline getirilmesinde destek olsa diye düşünüp durdum. Açılışa gelen TSK mensupları ve Yunus Emre Vakfı yöneticileri ile temsil edilen Türkiye’nin manevi desteklerinin yanı sıra eserleriyle de iz bırakması güzel olurdu. Umarımız bir gün böyle güzel haberler de alırız. 

Pazar günü festivalin en zevkli günüydü, çünkü hepimizin eli kâğıda değdi, oturduk ve çizdik. Gerçi Mustafa (Tozaki) bey ilk andan itibaren hiç durmadan çevredeki herkesin karikatürlerini çizerek en çalışkan kalem ödülünü hak etmişti çoktan. Turist gibi gezinen biz avareler ise silkinip bugün özümüze döndük. Atölye çalışmasının yapılacağı saatte Yıldıray ile Hamam’a geldiğimizde Alessandro Bocci’yi çokta oturmuş Dampyr’i çizerken bulduk. Bocci daha sonra iyice fark edeceğimiz üzere ince işçiliği ve sabrı ile neredeyse gravür tarzı detaylı işler çıkarabilen bir sanatçı. Ülkemizde yayımlanan Dampyr süper cilt 8 ve 16’da çizdiği maceraları görebilirsiniz.

Bir diğer Dampyr çizeri Fabiano Ambu ise Bocci’ye nazaran daha genç ve  ham görünse de Bonelli’nin güncel standart kalitesini tuturan bir çizer. Ambu’nun çizdiği maceraların ülkemizde yayımlanması için daha yıllar var.

Yıldıray renkli bir Süpermen eskizi patlattığında herkes iyice kendine gelmişti. “DC süperstar” fısıltıları taş kubbede yankılandı. Kimi çizer arkadaşların yan odaya sessizce kaçıp kırmızı gözlerle çıktıkları dikkatimden kaçmadı. Yıldıray çizgisiyle hepimizi dövdüğünde “ben alıştım ülenn” dedim içimden.  Çizdik babam çizdik, sonra, kalktık dolandık, diğer çizer arkadaşların çizimlerine baktık.  Toni Anastasovski’nin mimari ve doğa izlenimleri ile kurguladığı çizimi de çok beğendim. Mustafa bey bu esnada gelen birilerini yakalamış onların karikatürünü çizip hediye ediyordu. Gani’nin festival defterine de herkes bir şeyler çizdi. Yıldıray bir Karabasan eskizi bile patlattı bu arada. Özlemişiz keratayı.
Şadırvan bölgesinde sohbetle geçen akşamın ardından Prizren’deki son gecemizde Gani’nin evine davetliydik. Alessandro ve Fabiano içinde Dampyr sayfa orjinallerinin de olduğu çizim klasörlerini getirmişti ve hepimiz balıklama atladık. Alessandro’nun tekniği ve sabrı olağanüstüydü. Orijinal çizim kolleksiyoneri olarak hayatımda ilk defa fumetti orijinal sayfası gördüm. Amerikan formatından küçük , yaklaşık 25x35 cm ölçüsündeydiler. Buna rağmen sayfadaki tek bir panel tüm sayfayı kaplasa dahi ayrıntısından bir şey kaybetmezdi, öylesine ince ince işlenmişti tüm paneller. Müthişti.

Eğlenceli sohbetimiz İtalyan arkadaşlarımızın İngilizce bilmemesi, Alessandro’nun Fransızca bilmesi, ancak bunun da Makedon Nikola’nın az Fransızca bilgisi ile pek faydası olmaması neticesinde ilginç bir Kapalıçarşı iletişimi ile geçiyordu. Anladık ki çizgiroman ortak dilimizdi ve gayet iyi idare ettik. Alessandro’dan bir “art booklet”, Fabiano’dan bir özgün baskı hediyesi alınca Kosova’ya gelirken yanımızda getirdiğimiz Çapa ve Gorajun nüshalarını sergi salonunda dağıtıp bitirmiş olmaktan hayıflandık. Sanırım sohbet özellikle Fransa’daki piyasa hakkında bilgilenmek açısından faydalıydı. Fransız piyasası şimdiye dek duyduğum en yüksek ücretleri veriyormuş. Buna karşılık yayıncı beklentisi açısından yüksek bir çıta oluşturduğu da kesin.  Bir diğer bilgi ise Sırpların fumettilerde İtalya’dan bir sayı geriden gelmeleri. Bizde hiç yayınlanmamış bir çok fumettinin Sırp baskılarını Gani’nin kütüphanesinde gördük. Sırbistan’da çizgiroman kültürü belli ki çok güçlü. Nikola, Hırvatistan’ın Makarska şehrinde düzenlenen Mafest ozganizasyonu için iyi şeyler söyledi. Makedonya’daki festival ise 7 yaşına giriyormuş.

Sırbistan ile Türkiye yayıncılığını karşılaştırmak moral bozucu da olsa, esas düşünülmesi gereken Balkanlardaki çizgiroman kültürüne ilişkin genel uyanıştı. İçimizdeki hayali kışkırtan bu Kosova deneyimi, sinemanın ötesindeki kültür faaliyetlerini destekleyen bir yerel yönetim desteğinin önemini ortaya koyuyor. Gani gibi azimli tek bir kişinin bile  pekala uluslararası katılımcılı bir çizgiroman festivali düzenleyebileceğini ispatlayan bir girişim. Bir de iki üç milyonluk ülkeler Kosova, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan yedinci –sekizinci yılına giren çizgiroman fuarları, festivalleri yaparken yetmiş milyonluk ülkemizde böyle inatçı organizasyonların olmaması 500 adet basılan çizgiromanların sıkışıp kaldığı küçük mağaranın mübesilidir belki de. 

Darısı başımıza diyerek ayrıldım Balkanlardan.


Gezginler için notlar: vizeye filan ihtiyacınız yok. THY ve Pegasus sıklıkla uçuyorlar. Çantanızı sırtınıza vurup gidebileceğiniz bir ülke. Avrupa Birliğine üye olmasalar da para birimi olarak euro’yu kullanıyorlar.Dünyanın en yüksek yakıt, iletişim vs. vergilerine alışmış bizler için ekonomik bir ülke. Ve köfte… evet köfte!

* Hakan Tacal'ın Gölge e-derginin Ekim 2012 tarihli 61.sayısında yayımlanan yazısı. ilgili bağlantı için tıklayın.

Hiç yorum yok: